• Home
  • About
    • Press
    • News Clips
  • Galleries
    • Drawings Gallery
    • Painting Gallery
    • Hand Colored Graphics
  • Events
    • Upcoming Events
    • Past Events
  • Open Diary
  • Afacan School
  • Contact

hubbez

KADER VICDANDA CIZILIYOR

Open Diary

 

Sene 1981

Bergen Universitesi’nde Matematik-Fizik okuyorum . Oyalanıyorum yine . Amacım bu değil . O kadar cok oyalanmıştım ki artık dersleri ezbere biliyordum . Türkiye’den yeni gelen  bazı kişilere matematik dersi vermeye başladım . Halen Norvec’de, yetiştirdiğim talebelerim vardır. Turgay, Atilla gibi …

Birgün üniversitemizin merdivenlerine bir resim asıldı.  ’Andreas Baadarin Öldürülüşü’ adlı bir tablo. Odd Nedrum tarafından yapılmış. Üniversitemizdeki rektörlük, anarşist bir resim gerekçesiyle, resmin kaldırılmasını istiyordu. Talebelerde itiraz ediyordu . Bunların hiçbiri benim umurumda değildi. Ben hergün merdivenin başında oturuyor ve bu elleri nasıl yapmış, bu dizi nasıl yapmış ona takılmıştım. Evet, hayatımı vereceğim şeyi bulmuştum.Hayatımı buna verebilirdim…

Üniversite ile konuştum. Resim bölümüne transfer olmak istedim. Bunun imkansız olduğunu söylediler. Resim yapmak isteyen birini durdurmanın ne kadar imklansız olduğunu tabiiki bilemiyorlardi .

Okulu aynı gün bıraktım. O resmi yapan ressamı da aramadim. Çok gururluydum, kimseden yardım istiyemezdim.

Kuzey Norveç’e kaçtım.  6 ay gündüz  6 ay gece… Orada kimse beni bulamazdi . Çakıl taşlarına güller, çiçekler yapıp, sokakta satarak yaşamımı sürdürüyordum. Karım, Türkiye’ye dönmüştü. Çünkü üniversitede okumadığım için oturum alamıyorduk. Kuzey Norveç cok soğuktu . Norveç’in iyice kuzeyi… Tromso’dayim, sokaktayim… O gece çok soğuktu. İnsanlar önüme para bırakıyordu ama benim uçuşan paranın arkasndan gidecek halim yoktu. Donuyordum! Kaldırımda oturmuştum. Yanıma bir genç yaklaştı.

”Türk müsünüz?” dedi . ”Evet” diyebildim. ”Ben Cüneyt Çizer” dedi . Ressam Kemal Çizer’in oğlu imiş.

Kız kardeşinin adı Neslihan.  Ingiltere’deki üniversiteden kız arkadaşım. Cüneyt’e demis ki: ”Git Norveç’te Eser’i bul. O sana yardım eder.” O da gitmiş. Oslo Bergen varken Kuzey kutbunda beni arıyor ve sokakta donmak üzereyken tesadüfen buluyor .

 

Daha doğrusu bulamadığı için Kuzey Norveç’e yerleşyor ve biz sokakda karsilasiyoruz. Adımı duyunca çılgına döndü ve boynuma sarıldı. ”Abi ben seni her yerde aradım. Bu ne hal böyle” dedi. ”Sen donuyorsun” dedi . Aldı beni evine götürdü…

Oturum için polise müracaat ettik. İzin vermediler ve Norveç’i terk etmem için bana 4 gün müsade verdiler. Cüneyt’in pasaportu ile uçağa bindim ve Oslo’ya kaçıyordum. Uçakta  bir kaçak olduğu anosns edildi. Bir yabancı kaçak… Kimlik kontrolü yapılacakmış. Uçaktaki tek kara kafa benim… Polis herkesin kimligine baktı . Göz göze geldik .

O iki güzel mavi gözü hayatım boyunca unutamam. Beni atladi! Bana kimlik sormadi! Aradığı yabancı bendim… Yıllar sonra, o polisi çok aradım ama bulamadım.

Oslo’da bana arkadaşların verdiği Avukat Lokneri buldum . O bana izin alacaktı. Devrim ci bir avukatmış. Benim önüme bir kağıt uzattı. Türk askerleri kardeşimi öldürdüğünü yazıyordu. İmzalamadım. ”Bunu imzalamazsan  kimsenin yapamadığı bir şeyi yapabildiğini isbat etmen gerekir” dedi .

 

Kapıyı vurdum cıktım. Dışarısı dondurucu soğuk… Bir Arap arkadaşım  arkamdan ”Eser” diye bağırdı. ”Ya Habibi” dedi . ”Sen heykel yapabilir misin? Bergen’de agaçların üzerine resim yapardın” dedi . Tabiiki yaparım dedim. Amacım soğuktan kurtulmaktı. Arap arkadaşımın ismi Hassan Salem. Facebookta onu herkes bulabilir .

Beni aldı yer altında bir mahzene götürdü. Orada ona minik heykeller yapacaktım. O da onların kalıplarını alıp sokakta satacaktı. 6 ay boyunca binlerce bu minik heykeleri yaptım. Tanesine yarım dolar alıyordum. Para biriktirdiğim için, parayı 6 ay almadım kasada biriktirin dedim. Malzemelerin parasını veren bir Suriyeli ortağı vardı. Paramı ödemedi ve beni soğukta dışarı attı. Hasan arkamdan koştu. ”Eser, benim sözüm geçmiyor. Parayı veren bu Suriyeli” dedi. Bana bir telefon numarası verdi. ”Bu adam sana yardm edebilir” dedi . Numarayı aldım ve çıktım.

 

Bir telefon kulübesinden numarayı aradım.

”Ben Eser Afacan. Türküm. Sanatçı olmak istiyorum. Bana ne yapabilirsiniz” dedim

Karşımdaki kişinin kim olduğunu bilmiyordum.

”Çok gurur duyarım” dedi. Adresini verdi ve ”saat 2 de atolyemde buluşalım” dedi

 

Odd Nedrumun karısının ismi Cicilia. O gün Ankaradaymış. Çünkü babası Ankara Norvec Buyuk elçisi olmuş, onu ziyarete gitmiş. Türkiye’de sanırım bazı ressamlar ona yardim etmiş, müzeleri gezdirmiş. Cicilia o gün Ankara’dan dönüyormuş.Beni onun arkadaşı sanmış. Bana, hemen randevu verdi.

Ben gittiğim kişinin ’Odd Nedrum’ olduğunu bilmiyordum .

Odd Nedrumun telefonunu kimsenin bulma olanağı olmadıığını sonradan öğrendim. Hasan ona modelik yapmış. Bu yüzden  numarası varmış. Filistinli göçmenlerin Istail tarafından işkence edildiğine dair bir resim yapiyormuş o sırada Odd Nedrum.

Atölyede beni karşıladı. Ben durumu anlattım. Kendi kitabının en öndeki boş sayfasını yırttı ve ’Eser Afacan benim asistanimdir. Her türlü sorumluluğunu üzerime aliyorum’ yazdı. Bir de oda verdi .”Burası senin atölyen” dedi . Şaşkındım. Ressam olmaya karar verdiğim kişinin o olduğunu hala bilmiyordum.

Ama mutluydum . Her kimse notlarıma  bu adamı seviyorum diye yazdım.

Gördüğünüz  gibi birisi benim elimi tutmuş ve her ne olursa olsun yalnız bırakmıyor. Siz buna ’tanrı’ diyebilirsiniz. Ben onu, her zaman kendi vicdanimda aradim ve beni hiç yalnız bırakmadı.

Noel 1981 ODD NEDRUMUN ASİSTANI OLMUŞTUM .

Yılbaşı gecesi bile calışıyordu. Hergün calışıyordu ve ben de hergün calıştım.

 

Birgün polis geldi, tutukladı. Hava alanına götürdü. İtiraz etmedim…Orada fotoğrafımı çektiler ve Norveç Pasaportu verdiler. ”Söz ver” dediler. ”Resimden başka bir şey yapmayacaksın”. ”Söz veriyorum” dedim. Kultur Bakanlığı’nın bir sözüne güveni tam dediler. Verdiler…

Ben sözümden asla dönmedim.

Vicdanınıza güvenin… Her şey orada çizilecektir.

Çok sonra öğrendim ki Kuzey Norveç’den beni kaçırtan avukat da Odd Nedrumun kardesi Oddvar Nedrum’du.

 

Aradan 35 sene gecti . Beni sokakda bulan Hassan Salem  Bergendeki atolyemin onudeydi .  Saclari bembeyazdi .Ve perisan bir durumdaydi . Benim Atolyemin altindaki yeri ona atolye yaptik . 18 ay kirasini bir resimle odedim . Ve oraya muhtesem bir  el isi mumlari yapan bir atolye kurduk . Arada sirada ben asagi iniyorum diyorsam , Dostumla dunyanin en guzel mumlari arasinda kahve iciyorumdur .

KADER VİCDANDA ÇİZİLİYOR. BENİM YANIMDA BAŞKA HİÇBİR ŞEYİM YOKTU.

ÖĞRENMEK İSTEYENE BİR OT ALİM KESİLİR

Open Diary

ÖĞRENMEK İSTEYENE BİR OT ALİM KESİLİR . ÖĞRENMEK İSTEMEYENE BİR KÜTÜPHANE SAMANLIK …

 

Sene  1991… yıllarca süren yoğun çalışma ve korkunç acılardan sonra başarmıştım. Manhattan resim yarışmasını kazanmış ve bütün dünyanın ilgisini çekmiştim. Tekliflerin altından kalkamıyordum. Ve Norveç’te Best Seller olmuştum. Artık ekonomik sıkıntı bitmiş ve popüler bir sanatçı olmuştum. Norveç’in ikinci en pahalı ressamıydım.

Sahilde büyük bir çiftlik aldım. Ve o çiftliği en ünlü mimarlarla tam bir kartal yuvasına çevirmiştim. Dev bakır kubbelerle eşi bulunmaz bir ev yaptırmıştım. İnsan hayalinin bile kabul edemeyeceği dev kayaları bahçeme getirtip dantel gibi ördürüp kayaların içine özel çiçekler… öyle bir rüyaydı ki insanlar evi seyretmeye geliyordu . Artık ailemi çağırıp hakkımda yanıldıklarını gösterip ”bak anne ben basardim” demek istiyordum.

Ailemi davet ettim Norveç’e…

Şaşkınlık içindeydiler. Oğlum seninle gurur duyuyoruz, dediler . Ressam olmaya karar verdiğim zamanki gibi ”oğlum şerefsiz mi oldun” demiyorlardı artık .

Anne dedim… her şey güzel de… Adana’nın salatalığını, yemyeşil mis kokusunu özledim; bak o yok, dedim. Annem de oğlum sana  çekirdeklerini gönderirim sen Adana’nın domatesini de seversin sana bir torba gönderirim, dedi. Ve tatil dönüşü gönderdi de…

Bahçıvanımı çağırdım. Truls al şunları atölyemin etrafına ek canım, dedim.

Ekti.

Aradan 1.5 ay geçti ve salatalıklar ve domatesler çıkmaya başladı. Mutluydum. Fakat ne göreyim! Salatalıklar şişko sararmış ve kalın çekirdekliydiler. Nerede o Adana’nın yemyeşil mis kokulu ince yakışıklı salataları? Truls’u çağırdım . Bahçıvan bu nasıl iş? Adana’nın salatalığını rezil etmişsin, dedim. Yok Eser bey dedi. Norveç’te mevsim erken biter, biz de geç ektik. Bu yüzden salatalıklar öleceğini anladı  gelecek nesli için çekirdek bırakıyorlar, dedi . Şaşırmıştım. Salatalık ve gelecek nesil? Düşünmeden domatesleri gösterdim . Eğri büyrüydüler, onların da çekirdekleri kalın kalın ve sarımtıraktı. Bu ne oğlum, dedim. Onlar da öyle dedi. Gelecek nesilleri için çekirdek bırakıyorlar, öleceklerini anladılar…

Sinirlenmiştim. Salatalık ne anlarmış gelecek nesilden!

Güldü, eliyle bahçemi gösterdi . Bak senin bahçen Norveç’in en güzel bahçesi seçildi, dedi. Çimlerin eşsiz güzellikte, yemyeşil…

Bir ot tanesi 40 cm büyür, 70 tohum bırakır ve ÖLÜR dedi . Ama biz çimleri 4 cm’de biçeriz dedi . Çimlerin bebelerine bu yüzden kavuşamaz ve mücadele verir. Güçlenir ölemezler bebelerine kavuşamadan dedi . Kışları kara karşı mücadele ederler . Bize karşı mücadele ederler . Bebelerine kavuşmak için dedi . Çimlerin bu yüzden çok güzel yemyeşil dedi. Donmuştum. Salatalık, arkasından domates, şimdi de bir ot . Çimlere basamıyordum. O sesiz çığlık kulaklarımı çınlatıyordu, ”bebelerim” diye bağırıyorlardı . Bir ot kadar sorumlu olamamıştım gelecek neslim için. Kulaklarımı kapadım ağlıyordum. Şu anda da ağlıyorum. Atölyeme girdim. Gelecek nesil icin birşeyler yapmalıydım. O bir çift mavi gözlüyü anlamıştım artık. Onun için canımı verebilirdim artık. 12 sene atölyemden dışarı çıkmadım. Hayatımı gelecek nesile adamıştım. Gece gündüz boya kimya çalıştım. Boyaların sırlarını öğrenmeye çalıştım.

Ot, başıma muallim olmuştu.

Öğrenmek isteyene ot bile peygamberdi . Öğrenmek istemeyene dirilemeyene de bir kütüphane samanlıktı . Her şeyi sorgulamaya başladım . Hiçbir şeyle ilgili fikrim olmadığını anladım . 80’lerde ki siyasi akımların tamamının din olduğunu anladım. Yolun bir tarafı sağcı bir tarafı solcu nasıl olabilirdi? Sadece dinin adı değişmişti. Atatürkçüler de dinciydi. Her şey yanlıştı. Bir ot olamamıştık. İnsan nasıl olacaktık?

Tabiatı Allah’ın yarattığına inanan,  nasıl bir peygambere  son peygamber diyebilirdi. Bu imkansızdı. Son peygamber dediğimiz an Allah’a karşı gelmekti bu. Tabiatın kanunları Allah’ın kanunları ise onu bize her öğreten o kanun için peygamberdi. Peygamber olabilmek için de akıl ve eğitim gerekliydi. İslam ülkeleri son peygamberi anlamamışlardı . Milyonlarca milyarlarca peygamber yetişmeliydi tabiatın kanunlarını bulan. Bu ilimdi. Allah’ın kitabı tabiatta idi. Başka da kitabı yoktu .

Kiliseyi aradım . Ben kilisenizden çıkıyorum, bundan sonra benim dinim kendi vicdanımdır dedim . Artık ben Allah’ın yolunda gidecektim. Kitabı da tabiatın kendisiydi. Kainattı. Peygamberleri de ilim adamlarıydı. Ve bunun sonu da yoktu .

İnanç bireysel olmalıydı. Gelişmeyi önlememeliydi. Toplumsal inanç sürü olmak demekti, hangi fikri savunursanız savunun… artık Laikliği ve Atatürk’ü anlıyordum.

 

ATATÜRK BİZİM RÖNESANSIMIZDI.

 

CUMHURİYET BAYRAMIMIMIZ KUTLU OLSUN.

HAYAT KALBİNİZE GİRENLERİN İÇİNDEKİ İNSANI BULMA SANATIDIR

Open Diary

 

Sene 1983 Noel Bayraminda Nedrum Atolyesinde

Nerdrum’un atölyesinde gece gündüz çalışıyordum. Hocama yük olmamak için geçimimi kardeşimin sağladığını söylemiştim. Atölyenin anahtarını bana vermişti. Sabahları ben açıyordum. Akşamları ben kapatıyordum. Ama her aksam nerede kalırım bilmiyordum. Bazen tren istasyonlarında bazen sokaklarda…

 

Cüneyt’in Oslo’da olduğunu öğrendim. Sokakta satış yapıyordu. Beni görünce sevindi. Abicim, ben Grunner Lokke’de abinle beraber bir ev tuttum, bizde kalabilirsin dedi. Yalnız abin istemeyebilir,  beni ziyaret ediyor gibi yap dedi.

Ben her aksam Cüneyt’i görmeye gidiyor gibi orada 15 gün kadar kaldım. Geceleri de resim yaptığım için orada yayılmaya başladım. Abim Sembol “Bu ne ya! Her yer resim doldu, pılını pırtını topla git” dedi. Cüneyt itiraz edince onu da kovdu. Zaten evi kumarhaneye çevirmişti. Cüneyt de çıktı evden başka bir ev tuttu. Ben Cüneyt’te kalmaya başladım. O zaman Cüneyt’in resmini de yaptım.

Ne yaptıysam vazgeçiremediğim Cüneyt’i uyuşturucudan. Çatımız çatırdıyordu tekrar. Ailesi geldi ve Cüneyt’i Türkiye’ye götürdü. Yıllar sonra onu 2. İstanbul Bienali’nde gördüğüm zaman bir halı mağazasında çalışıyordu. Toparlanmıştı. Orada bana enteresan bir şey söyledi. “Abi sen Trømso’dan Oslo’ya benim pasaportumla giderken seni 6 aylık vize karşılığı Ferda ihbar etmiş.” Polise demiş ki gençlere uyuşturucu satıyor. Ben hayatımda hiç uyuşturucu görmemiştim bile!

Ferda beni en çok sevendi ve giderken boynuma sarılıp ağlamıştı, abime bunu nasıl yaparlar diye. Ben de neyim var neyim yok; resimlerimi ve kitaplarımı ona vermiştim. Vay Ferda vay! Kendine nasıl da yazık etmişsin!

Ve ben tekrar sokaktaydım Cüneyt gittikten sonra. Ama mevsim yazdı o kadar da kötü bir zaman değildi. Yazın Norveç’te kafeteryaların bahçeleri olur. İnsanlar dışarıda oturur. Yuvarlak masaları olan bir kahvenin önünden geçiyordum. Bir kız bira içiyordu. Yaklaştım yanına, “O masadaki naylon örtüyü bana ver” dedim. “Deli misin ya? Ne yapacaksın?” dedi. “Çığlık” dedim.

Masasına gittim. Korktu kenara çekildi. Masanın üzerinde ki beyaz örtüye kömürle Çığlık resmini yaptım. Bu benim kendi çığlığımdı.

“Adım Sofia, seni arkadaşlarımla tanıştırmak isterim” dedi. Beni aldı bir film stüdyosuna götürdü. Morten Scalarud isminde bir rejisör orada “La Elve Leve” ( Nehirler Yaşasın ) adlı politik film yapıyordu. Samiler’in Norveç’e karşı bir özgürlük mücadelesiydi film. “Bu stüdyoda kalabilirsin” dedi.

Ama atölyeye çok uzaktı. Otobüse binmem gerekiyordu her gün. “Bir otobüs bileti alır mısın bana” dedim. “Tabii” dedi. Ben her gün aynı biletin tarihini fırçayla değiştirerek kullandım. Kağıt eskidikçe başka birinin kullanılmış bileti benim için yeni biletti artık.

Bir prensibim vardı. Çatını kullanırım ama yemeğini bedava yemem. Aç kalıyordum. Sokakta bazen portre yapıp kazanıyordum ama atölyede olmak zorunda olduğum için her zaman başaramıyordum. Nerdrum şikayet etmeye başladı. Üç resminde beni yapıyordu ve ben çok zayıflamıştım. “Resmim bozuluyor, çok zayıfladın” dedi.

Daha fazla kalamazdım.

Atölyenin anahtarını teslim ettim Nerdrum’un şaşkın bakışlarıyla…ayrılmak istediğimi söyledim. Çatı tamam. Ama kimsenin benim karnımı karşılıksız doyurmasına izin vermiyordum. Bir şeyde teslim olmamalıydım. En zoru açlıktı. Onu korumalıydım.

Film Stüdyosunda Hilde Marie isimli bir kız… Oslo Sabotaj bölümünün şefi olan bu kız bana arkadaşlık teklif etti. Beraber ev tuttuk. O lokantada çalışıyor ve her gün bahşişlerinin yarısını bana veriyordu. İlk sergiden sonra ödeyecektim.

“Son Ziyaret” adlı bir resim yaptım. İdam edilecek bir gence annesi son ziyaretinde bulunuyor. Beni ve annemi yaptım. Resmin slaytını çekti Hilde.

O gün görevi lokantanın barındaydı. Barda, Lasse Kverneml adli bir ressamla sohbet ederken, Lasse’nin Norveç’in en pahalı ressamı olduğunu öğrenmiş. Benim erkek arkadaşım da ressam demiş. “Görebilir miyim resmini?” demiş. Çantasında bir slayt olduğunu  ama bu şekilde görmenin zor olduğunu söylemiş. Lasse de ödünç almış slaytı;  “Evde slayt makinesiyle bakar geri getiririm” demiş. Aradan 9 ay geçiyor.

Son 3 yılda 22 resmim olmuştu. Ama hiç bir galeri konuşmak bile istemiyordu benimle. İçeri bile almıyorlardı. Girerken kovuyorlardı. Hocamı bile kadınların atölyede taşladıkları oluyordu. Onu da bir sürü galeri kovabiliyordu. Klasik resmin düşman görüldüğü Picasso devrindeyiz. Boş çerçeveler, boş tuvallerin rağbette olduğu KAVRAMSAL dünyadayız. Bizim bir hükmümüz yoktu ve biz bir şeyi KAVRAYAMIYORDUK. Onlar da açtı biz de… ama onlara devlet yardım ediyordu sanatın içini boşaltmaları için. Çiçekçiye bile resim koyamıyorduk. Yok sayılıyorduk.

Halkın büyük saygısı vardı yaptığımıza. Ama Akademiler inatla “Kavramsal Sanat” diyordu. Biz bunu hiçbir zaman kavrayamadık. Devlet bütün desteğini istediklerine veriyordu. Hangi boş tuvalin daha değerli olduğunu ancak onlar görebiliyordu. Onlardan başkası bunu göremiyordu. Sanat pastasını istedikleri ile paylaşabiliyorlardı. Türkiye’de bugün olanı biz o zaman çok acı bir şekilde yaşıyorduk. Artık yaşam şansım kalmamıştı.

 Hilde ise gitti. Benim artık ondan harçlık almam kabullenilemezdi. İntihar etmeye karar verdim.

 22 resmimi kestim. Bir not yazıp Hilde’ye teşekkür edecektim. Kapı çalındı.

Lasse, Hilde  ve Kont Galtung denilen bir adam girdi içeri.

Johan Galtung Norveç’in en ünlü galerisiydi. “50. doğum günümü seninle kutlamak isterim, kaç resmin var?” diye sordu.

 “22 efendim” dedim. Hilde hemen atölyeye koştu resimlerimi göstermek için. İçeriden bir çığlık sesi duyuldu. Bütün resimlerim paramparçaydı. Orda kalmıştı. Dışarı çıkmadı.

“Doğum günüm üç hafta sonra. Hazır olabilir misin?” dedi. “Evet” dedim.

Gittiler.

Hilde’yı ailesi geldi ve götürdü. Artık umut bitmişti. Kiliseye gittim. “Ben Nerdrum’un baş asistanıyım. Bana 3 hafta bakın ömür boyu size resim yaparım, ” dedim. Papaz, baş Papazı aradı. “Buraya bir serseri geldi, Norveççe bilmiyor; ne yapalım” diye sordu. Pastör Kuvam Norveç’in en büyük papazıydı. “Kurtulun” diye cevap verdi. İnanmamışlardı bana… kapıyı gösterdiler.

Sokağa çıktım. Teyzemin oğlu ve kardeşim sokakta işportacılık yapıyordu. Teyzem de oğlunu ziyarete gelmiş yanında oturuyordu. Teyze dedim 8 günüm kaldı sergimin açılmasına…8 gün yemek yersem başarabilirim. “Oğlum sana bakmak bize değil kardeşine düşer” dedi .

 “Cüneyt de yaz donemi için Norveç’e tekrar dönmüş. Ona rastladım. Durumu anlattım. Abicim 8 günün kalmış; sana yardım ederim, gece gündüz çalışırız” dedi.

 

22 Resmi 21 günde tekrar yaptım. Son 8 günü Cüneyt ile geçirdim.

Abicim dedi. Bu Galeri seni nasıl buldu…

Türk Büyük Elçisi galerinin önünden geçiyormuş. Galerideki bir yazıda Türk Halı koleksiyonu sergileneceğini okumuş. Galeriye girmiş. Türk Büyük Elçisi olduğunu ve ne gerekiyorsa Elçilik olarak yapabileceklerini söylemiş Galtung’a. O da çok mutlu olmuş. Açılış günü herkes oradayken halılar üzerine bir slayt gösterisi yapmış Elçilik. Bizim Lasse de elindeki “Son Ziyaret” resmini bu slaytların arasına koymuş. Birden bire canlı gibi olan bu sahnede herkes donmuş kalmış. Lasse de “O bir Türk sanatçısı ve Norveç’te yaşıyor “ demiş. Johan da “Hemen bu çocuğu bana bulun” demiş.

O gece bana geldiler. Ama aslında resmim yoktu. Sadece bir tek resmi kesmemiştim. Yalçın benden bir resim satın almıştı. Artık bana ait olmadığı için bir tek onu kesmemiştim. O da sokak resmi seviyesindeydi. İsime yaramazdı.

Cüneyt son kuruşuna kadar marangozdan kalaslar aldı. Resimleri bu kalaslarla çerçeveledik.

Gün gelmişti. 16 Nisan 1986. Sergi açılışım saat 7’de . Hilde’nin “İlham” adlı portresi ile sergi açıldı.

Karım çok uzun zamandır Türkiye’deydi ve sergi açılmadan bir ay önce dönmüştü fakat  ona herşeyi anlatmıştım. Hilde’yi terk etme olanağım yoktu. Beni 4 yıl yalnız bırakmıştı. “Artık beraber olamayız ama Norveç’e gelmek istiyorsan buyur gel” dedim. O kuzenimin yanında çalışmaya başlamıştı ve Norveç’teydi. Anlayışla karşıladı. Aradan çok şey geçmişti beraber olabilmek için. Hilde’yi seviyordum da…

Ama Hilde terk etmişti beni…

Açılışa benimle beraber karım geldi.

O atölyede sergiden 22 gün önce resimlerin paramparça olduğunu gören birisinin hiçbir umudu kalmaz.

 

Sergi açıldı.  Korkunç bir yağmur yağıyordu. Sırılsıklam içeri girdik. Islanmış kedi yavrusu gibi… Bütün resimlerin üzerinde kırmızı damga vardı. Anlamamıştım manasını. Resimlerin sokakta sattığım fiyatlardan biraz daha pahalı olduğunu gördüm. Sokakta 20 kron istediğim galeride 50 – 60 krondu. Hemen galerinin sahibini buldum. Boynuma sarılmaya kalktı. İtekledim. Nihayet sokak serserisiyim. “50 kronun yarısını sen alacaksın, malzememi bile karşılamaz bu para; bu ne saçmalık! İndirin bütün resimleri aşağı” dedim.

Adam ağzını açamıyor. Açtığı an bağırıyorum.

Araya Büyükelçilik girdi. Konsolosun adını hatırlıyorum Gürcan Türkoğlu.

Eserciğim dediler nihayet. 50 kron gördüğün 50.000 dediler. Üstelik bütün resimler satılmıştı. Yani ben zengin olmuştum. İlk sergimde hem de! İnanamadım. Ülkenin en şapşal görünen suratı bendeydi o an. Kendime gelemiyordum, anlam veremiyordum olanlara.

 Galtung’a biraz daha saldırdım ama tesirsizdi artık terbiyesizliğim.

İyi o zaman verin paramı dedim. Anlatmakta güçlük çekiyorlardı. Sergi kapanacak. 15 gün sonra ödenecek dediler.

“Yani ben milyoner olarak mı açlıktan öleceğim” dedim. Takatimin tamamını kullanmıştım. Yürüyerek eve gittim. Bir liste hazırladım. Bana yardım eden herkesin listesiydi. Herkese borcumu ödedim. Borcum yoktu. Birinin evinde 15 gün kalmışım. Borcum ne kadar dedim. Kimse canın sağ olsun demedi listemde. Herkes yüklü para istiyordu. Hacı bir hamburger almıştı. Örneğin o 5000 kron istedi. Hamburger 15 krondu. Aslında hamburgerin parasını Pakistanlı almamış. Ben bu çocuktan para alamam demiş. Ama Hacı “hayır ödemiştim” diyordu. Ben olmasaydım açlıktan ölecektin diyordu. Evinde 15 gün kaldığım delikanlı gemici de  7000 istedi. Halbuki ben onun iş yerinde 15 gün gece gündüz çalışmıştım.

Japon arkadaşım Toki tam verdiği kadar istedi. O benim evimde Trømso’da 4 arkadaşı ile 15 gün kalmıştı. Bana o zaman aldığı armudun parasını abartmadan istemişti. Teşekkür ettim, ödedim.

Hilde’yi buldum. Ona 20 000 borcum vardı. “Hala inanamıyorum o bataklıktan nasıl çıktın Eser” dedi. Duygusal bir şey olmasın diye ona menajerimle gitmiştim. Ödemeyi yaptım. El sıkıştık.

O gece beni kiliseden kovan papaz geldi. Beni affet dedi. İçeri aldım. Boynumda altın haç duruyordu hala. Önüne bir kağıt ve kalem koydum. Buraya yaptığını yaz dedim. Sokakta açlıktan ölmek üzere olan birini nasıl kovduğunu yaz dedim. Sana söz veriyorum imzaladığın an affedeceğim ve kağıdı yakacağım dedim. Ağlamaya başladı. “Bunu yapamam” dedi. Ben de ona  “Bana ikinci defa güvenmiyorsun. Seni affetmiyorum” dedim. Boynumdaki haçı kopardım attım. “Benim dinim kendi vicdanımdır” dedim.

İNSAN OLMANIN FATURASI ÇOK AĞIRDIR. HER GÖRDÜĞÜNÜZ İNSAN DEĞİLDİR. BUNUN ÖNEMİ DE O KADAR YOKTUR ASLINDA. ÇÜNKÜ İNSAN OLMADIKLARINI ZATEN BİLMİYORLAR.

KALBİNİZİ HERKESE AÇIN KENDİNİZİ KORUMAYIN. İÇERİ HERKES GİRSİN. HAYAT KALBİNİZE GİRENLERİN İÇİNDEKİ İNSANI BULMA SANATIDIR. KENDİNİZİ KORURSANIZ O İNSANLA ASLA BULUŞAMAZSINIZ: HAYATINIZ BOYUNCA SADECE BİR VEYA İKİ “İNSAN”A RASTLAYACAKSINIZ… VE İNANIN Kİ BUNA DEĞERDİR ONLAR.

O İNSANLAR HAYATIN KALBİDİR. ONLAR OLMADAN SİZ MASKELİ BİLE OLAMAZSINIZ. MASKELERİNİZİN GEÇERLİLİĞİ BİLE ONLAR SAYESİNDEDİR.

İNANIN BU MASKELERLE DE ÇOK KOMİK OLUYORSUNUZ.

Upcoming Events

Upcoming Events

 

23-28 Ağustos 2022 BODRUM ART FAIR, Yestoart and You, Bodrum Herodotus Cultural Center-Karma Sergi

19-27 Aralık 2022 Adana Büyükşehir Belediyesi 75. Yıl Sanat Galerisinde Kişisel Sergi

Past Events

Past Events

ESER AFACAN

Biography

Eser Afacan is a native of Turkey now working as a painter in Canada.  He moved to Canada in 2003 from Oslo, Norway, where he lived and worked for 25 years.

 

 

SELECTED SOLO EXHIBITONS

2022-Zonguldak 8 Mart Dünya Kadınlar Günü

2022-İstanbul Beşiktaş Belediyesi Galeri Mavist

2021-Niğde International

2019-Aydın Efeler Sponsor Sergisi

2019-Ankara 2. Sanat Fuarı G Arda

2019-Arda Sanat Galerisi Kişisel

2019-Büyük Ustalar Sergisi G Arda

2018-Sandnes Norveç Kişisel

2017-G. Nygaten Kişisel Bergen

2016-Galeri Nygaten Norveç Kişisel sergi

2016-İsveç Lion Guard Kişisel

2015-Worldart Foundation Jüri Üyeliği Sergi ve 100 yılın en gelişen Sanatçı Ödülü

2014-Piramit Sanat Galerisi

2013-Mayis 5th ( Galeri NYGATEN 7 BERGEN) Afacan Muzesi adina donusecekdir

2011-GALERU HALDEN

2010-GALERI AMARE

2009-PIRAMIT SANAT GALERISI

2008-Tophane-i Amire  ( GALLERY ERENUS)

2006-“GoodBye Norway,” Gallery Fjell, Oslo, Norway Gallery Gora, Montreal, Canada

2001-2006-Galleri Dahl, Haugesund, Norway

2001-2006-Bent Hogstad, Kongsberg, Norway

1991-2006-Gallerie Moss, Moss, Norway

2005-Gallery Moore, Oslo, Norway

2002-Glm. Furulund, Oslo, Norway “Princess Martha Birthday”, Galleri Nygaten 7, Bergen, Norway

2001-Hafslund Hovedgård     , Sarpsborg, Norway Galleri Rosengren, Sogndalstrad, Norway Galleri Koll, Stavanger, Norway TP Galleriet, Tromsø, Norway Hafslund Gård, Fredikstad, Norway Hafslund Hovedgård     , Sarsborg, Norway

1991-2000-Gallery Ny Gaten, Bergen, Norway

2000-“Graphic Exhibition,” Atelier Afacan, Oslo, Norway

1999-Galleri.V.17, Oslo.Norway

1998-Halden Castel, Halden, Norway

1995-Gallerie Varden, Oslo, Norway

1992-Gallerie Amara, Stavanger, Norway Solli Brug, Solli, Norway Galleri Nygaten 7, Bergen, Norway

1991-GM. Blomquist, Larvik, Norway

1991-Blomqvist, Oslo, Norway

1989-Gallerie Nordstrand, Oslo, Norway

1987-Gallerie Kjell Olsen, Oslo, Norway

1986-Gallerie Galtung, Oslo, Norway

1984-Nerdrum Atelier, Oslo, Norway

 

 

SELECTED  GROUP  EXHIBITIONS

2008-DolmaBahce Sarayı( Gallery Erenus)

2007-INSTANT Beylerbeyı Sarayı( Gallery Erenus) DECEMBER 2007 ULUSLARARASI Resım Sergısı (TUNEL)

2006-ARC International, The Art Renewal Center, ARC Salon Finalist, Glenham, NY “The Magic Paths of Art,” First Prize Winner, Estense Castle/Trevisan Arte, Ferrara, Italy 1st prize winner Association of Independent Artists  ,  New York, NY

2005-Gallery LaRoche (L’Autre), Montreal, Canada Montserrat Contemporary Art Gallery, New York, USA

2004-Gallery Stendhal, New York, USA

2003-Gallery Abney, New York, USA Gallery LaRoche (L’Autre), Montreal, Canada

1997-Galleri Belman, Oslo.Norway

1993-Gallerie Unik Antikk , Oslo, Norway

1992-Gallerie Belman, Oslo, Norway

1990-Gallerie Clodion, Oslo, Norway

 

 

ART  FAIR

2006-Fiera d’Arte, 8TH edizione, Reggio Emilia, Italy 1st Prize WINNER

2003-New York Art Expo, New York, USA

1991-New York Art Expo, “Manhattan Arts” First Prize Winner  , New York, USA

1988-2 nd International Istanbul Biennial, Istanbul, Turkey

 

 

SELECTED  PRIVATE  COLLECTIONS

Jan Rolf Lykee, Oslo, Norway

Paul Christian

Nils Landness

 

 

PUBLIC  COLLECTIONS

Hafslund Gård, Sarpsborg, Norway

Norwegian State Oil

Snorre B. Nord

BBS (Norwegian Central Money Transaction)

DNB Bank,

Nor Spare Bank

Oslo Heatrow Airport, Oslo, Norway

Norwegian Borse (Bente A. Landsnes)

Norsk Hydro

Rød museum  USA

MAC Museum BRAZIL

 

 

SELECTED  BIBLIOGRAPHY

“Snow,” by Orhan Pamuk, book cover of 2006 Nobel Prize winner in Literature

TV 2 Norway

NRK Norway

Italian TV Montreal  (only have still photos of interview)

CNN 2000 Year Millineum Interview

CBS Radio

Bergen TV

CNN Turk 2008

TRT2 Anılar 2008

Haber Turk 2008

Kanal A  Ankara 2008

Sky Turk  2008

Kanal8 2008

 

 

GAZETELER

Hurrıyet

Cumhurıyet

Mıllıyet

Zaman

Todays”s zaman

Turkısh Daıly News

Forbes

Seyır Defterı

Aksam

Takvım

Vatan

Sabah

Hello

Referans

Genç Sanat

Kapris

 

 

EDUCATION

1982   University of Bergen Mathematics & Science, Bergen, Norway

1984   Nerdrum Atelier, Oslo, Norway

Get in touch

Eser Afacan • Turkey

Follow me
Facebook
Instagram
Twitter
Youtube
LinkedIn
 

2022 COPYRIGHT @ ESER AFACAN –  ALL RIGHTS RESERVED – HuBBeZ